Çok merak ediyorum! Mutluluğun, herkes tarafından kabul gören bir resmî var mı acaba?
Yoksunlukta evlat sahibi olmak…
İnişli çıkışlı bir hayatta huzur…
İmkansızlıklarda para…
İşsizlikte istihdam...
Hastalıkta sıhhat…
Çirkinlerde güzellik, güzellerde kusursuzluk…
Kısalarda selvi boy…
Tombullarda fit endam…
Zayıflarda birkaç kilo...
Sahtelikte samimiyet...
Yorgunlarda dinginlik...
Kuru kalabalıkta sakinlik...
Kelde sırma saç…
Müzmin bekarda evlilik…
Evlide özgürlük olarak değişen mutluluk, duygu olarak aynı tarife uysa da beklenti olarak göreceliydi.
Küçükken resim derslerinde, yaz günü bile bacası tüten bir ev, kapısında çocuğunun elinden sıkıca tutmuş bir aile, evin önünde şırıl şırıl akan bir dere, bahçede yemyeşil çimler ve birkaç ağaç, gökyüzünde uçan kuşlar kadar sınırlı olan mutluluk resmimiz, büyüdükçe baya genişledi.
Sorumluluklar arttıkça, renkli hayaller, siyah ve beyaza büründü, masumiyet azaldıkça çizilenlerin anlamları bile değişti.
Havuçtan burnu, kömürden düğmeleriyle kardan adam, artık kar kıyamet demekti. “Havuç” el yakan Pazar’ların “Kömür” ödenecek faturaların göstergesiydi.
Sanki coşan dereler, umutlarla bir kurumuş, sevinçler ise kuşlarla birlikte göçüp gitmişti.
Kenetlenirken resmedilen eller ya ebediyete gönderilmiş ya da küslüklerle gevşemişti...
Kıskanılan oyuncaklar, paylaşılamayan topraklarla yer değiştirdi.
Yüzümüzü düşüren anlık kırgınlıklar, azılı düşmanlıklara dönüştü.
Dargınlıklarını unutup, oyuna dalan çocuklar, kin ve öfkeyle artık oyunbozan bir yetişkindi...
Pembesine kara çaldığımız yalanlar, değerleri hiçe saydığımız hırslar, terazimizi bozduran haksızlıklar, yolumuzu şaşırtan çıkarlar, kalbimizi karartan fesatlıklar, yaşama sevincimizi çalan kaygılar, çaresiz bırakan zorunluluklar ve önümüzü bile görmediğimiz karanlıklarda, mutluluğu hayal etmek, resmetmekten çok daha zordu!