Ortaokul yıllarında okumuştum bakmak ve görmek konusunu. O dönemdeki öğretmenlerimizin güzel anlatımıyla bu iki konunun hem birbirinden farklı, hem de birbirine sımsıkı bağlı olduğunu öğrenmiştim.
Toplumda yaşayan insanlar olarak doğumdan ölüme kadar her şeye bakıyorduk, fakat baktığımız her şeyi görüyor muyduk acaba?
Bu soru daha o yıllarda şekillenmişti kafamda. Yaşamım boyunca da karşılaştığım baktığım her şeyi görmeyi de başarabiliyor muyum diye sınadım durdum kendimi.
İnsanlar olarak her şeye bakıp duruyoruz ama ne yazık ki görmeyi başarabilen insan sayısı tahmin edildiği kadar fazla değil.
Diyelim ki çok yaşlı bir teyzeyle karşılaşıyoruz sokakta. Bir yanda önüne koyduğu üç beş sebze meyveyi satmaya çalışıyor.. Bakıp geçiyoruz sadece değil mi?
Oysa ona bakarken görmeyi de başarabilsek, o yaşta evinde çoluk çocuğunun, torunlarının arasında yaşlılığını rahat bir şekilde geçirmesi gerekirken, sokaklarda soğukta sıcakta iki sebze satabilmek için gün boyu beklemesinin acısını da hissederdik içimizde.
O duruma nasıl gelmiş, hayatın zorluklarının hangi dönemeçleri onu 80-85 yaşında sokaklara sürüklemiş sorgulardık içimizde.
En azından yanına oturup konuşmayı dener, neler yaşadığını öğrenir, yaşamı sadece bakarak değil görerek bir kez daha öğrenirdik. Belki de bir çözüm üretir bir el uzatırdık ona..
Fakat yüzeyselliğe o kadar alışmışız ki hiçbir şeyi sorgulamaz, hiçbir şeyi irdelemez, yapaylıktan öteye gidemez bir hal almışız yıllar boyunca.
İçinde yaşadığımız ülkenin dünü, bugünü ve yarınına ekonomik, sosyal ve siyasi konularda baktığımızda da aynı şeyi görüyorum..
Sadece baktığımızı..
Bakıp geçtiğimizi.
Görmediğimizi!.
Her şeyimiz varken, neden birer birer hiçbir şeyi olmayan bireyler haline dönüştüğümüzü..
Sadece konuştuğumuzu..
Sürekli konuştuğumuzu..
Mangalda kül bırakmayana kadar konuştuğumuzu, ama sorgulamadığımızı.. Çözüm üretmediğimizi.
Donkişot’un yel değirmenleri üstünde gibi sürekli boşa dönüp durduğumuzu..
Sadece değirmenin kanatlarına bakıp, değirmenin kanatlarından kurtulup ayaklarımın üstüne nasıl basarım diye düşünmeden dönmeyi sürdürmeyi.
Ve döndükçe rüzgardan, yağmurdan, fırtınadan, doludan yıprandığımızı, yıprandıkça yok oluşa doğru nasıl gittiğimizi görmüyoruz.
Bakıyoruz..
Bakıyoruz..
Bakmayı sürdürüyoruz..
Görmüyoruz!